16 Ekim 2015 Cuma

Komünist İdeolojinin Toplumsal Yaşama Etkileri

Komünist ideolojinin bu bölümün başından bu yana belirttiğimiz bağnaz yapısı, 20. yüzyıldaki komünist rejimlerin toplumsal yaşamında son derece olumsuz etkiler meydana getirmiştir. Allah'ın varlığını inkar eden, Allah'ın dininden uzaklaşarak her türlü manevi ve ahlaki değeri hiçe sayan acımasız, adeta cehennem gibi bir yaşam sunmuştur. Allah korkusu olmayan, insanları öldükten sonra yok olacak maddeler olarak algılayan bir anlayış toplumlara telkin edilmiş ve bunun sonucunda da tarihin en insanlık dışı yapılarından biri meydana getirilmek istenmiştir. Sovyetler Birliği'nde, Doğu Bloku ülkelerinde ve Kızıl Çin'de gözlemlenen bu etkiler, komünist sistemin oluşturmak istediği toplum modelinin, aynen materyalist-Darwinist teoride öngörüldüğü gibi, bir "hayvan sürüsü" olduğunu ortaya koymaktadır.
Komünizm, bir korku rejimidir. Halk, soğuk görünümlü, yüksekten bakan üniformalı yöneticiler tarafından sürekli korkutulur ve sistem bu korkuyla ayakta durur.
Komünist toplumların bazı temel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
• Komünist toplumlarda insanlar, Darwin'in evrim teorisi ve Engels'in "doğanın diyalektiği" masalı uyarınca, gelişmiş bir havyan türü olarak kabul edilir. Dolayısıyla toplum da bir "havyan sürüsü" sayılır. Toplumu hayvan sürüsü sayan bu anlayış, komünist rejimlerin her aşamasında ortaya çıkar. Sistemin geliştirdiği insan, "insan–hayvan-makine" arasında kalan cansız, ruhsuz, donuk bir varlıktır.
• Komünist sistemde, insana değer verilmez. "Zaten sürüde çok var, bir tane kaybolsa bir şey olmaz" mantığı geçerlidir. Çalışamayan ya da sakat olanlar sürüden atılır, ölüme terk edilir. Hastalıklı ve zararlı olarak kabul edilir. Af, merhamet, vefa duygusu yoktur. Bu nedenle herkes yaşlılıktan ve yok edilmekten korkar. Yaşlılara özen ve saygı gösterilmez, aksine "fillerin ölmeden önce mezarlığa gitmesi gerektiği" gibi acımasız bir düşünce aşılanır.
• Toplum tıpkı sürüdeki hayvanlar gibi, tek tip insanlardan oluşur. Aynı kıyafetler, aynı tipte arabalar, aynı tipte evler vardır. Tüm topluma büyük bir monotonluk hakimdir. Sporcu, sanatçı, akademisyen, işçi hep birbirinin aynı, tek tip bir yaşam modeline sahiptirler. Evler hayvansal birer barınak, kıyafetler ise "soğuktan koruyacak post" mantığıyla yapılır. Estetik tamamen terk edilmiştir.
• İnsanların bireysel özellikleri değil, topluluğa verdikleri güç ve katkıları ön plana çıkar. İyi çalışan işçi, iyi çalışan köylü ideal insandır. Sistem sadece maddi bir kavram olan "çalışma ve üretme" kavramları üzerine kuruludur. "Üretmek sürüyü güçlendirmektir" mantığı geçerlidir. İnsanların ahlakı, niyeti, ruh hali hiçbir zaman dikkate alınmaz.
• Hayatı yaşam mücadelesi olarak gören bu zihniyette, zayıfların yok olmasında bir sakınca yoktur, bilakis bu gereklidir. Hayvanlarda bile var olan fedakarlık olmadığı için, herkes önce kendini düşünür, bu nedenle toplum ilerlemez. İnsanlar merhametten uzak olduğu için toplumun huzur ve barış içinde olması mümkün değildir. Şefkat yoksunluğu ve merhametsizlik, gelecek korkusuyla birleşince toplumda umutsuzluk ve karamsarlık hakim olur.
• İnsanlar, sürü psikolojisi içinde daimi bir korku yaşarlar. Çok çabuk her olaydan korkarlar. Kapı önündeki pardesülü adamdan korkarlar, müdürün karşısına çağrılmaktan korkarlar. Korkunun kaynağı belirsizdir, kimse onu tanımlayamaz, ama en alttan en üste kadar herkes korkuyu yaşar.
• Dahası toplumda Allah korkusunun yerine konmuş çeşitli "korku merkezleri" vardır. Örneğin Sovyetler Birliği'nde kurulan KGB (ve onun öncüsü olan Cheka, NKVD gibi gizli servisler), tüm topluma ölümcül bir korku salan kurumlar olarak çalışmıştır. Bu kurumların "herşeyi gördüğü ve bildiği" düşüncesi topluma hakim olur. Bu kurumlar tamamen "orman kanunları"na dayalı bir ayıklama sistemi geliştirir, hiçbir yargılama ve savunma hakkı tanımadan milyonlarca kişiyi ölüme gönderebilir.
• Allah korkusu sistemli olarak yok edildiği için, insanlar ancak sistemden korktukları kadar tutkularını engellerler. Sistem görmeyecekse ya da cezalandırmayacaksa her türlü gayrı meşru işi yaparlar. Hırsızlık, yolsuzluk, zimmete geçirme had safhadadır.
• Yaşadıkları ortamdan kaynaklanan kaygı, korku ve panik, halkı stres içine sokar. Geceleri uyuyamazlar, gündüzleri herşeyden tedirgin olurlar. Bedenler hemen çöker. Yoğun baskı ve ağır yaşam şartları kadın ve erkeği genç yaşta çökertir ve kimi zaman da erken yaşta ölümlere sebep olur. Umutsuzluktan dolayı, sahip oldukları nimetlerden bile zevk alamazlar. Ancak içkiyle kafalarını uyuşturur ve yarı sarhoş bir halde cehennem benzeri bir yaşam sürerler.
• İnsanlar öldükten sonra yok olacaklarına inandıkları için, yaşama dört elle vahşice sarılırlar. Herkesi düşman ve kendi yaşam mücadelesinde rakip gördükleri için, her hareketi kendi aleyhlerinde yorumlar ve kin tutarlar. Toplu olarak ilerleme kavramı olmadığı için, birbirlerinin üstüne basarak yükselmeye çalışırlar. Herkes birbirine ihanet ettiği için aralarında dostluk kuramazlar ve herkes tek başına bir yaşama mahkum olur.
• Allah inancı olmadığı için bireyin kendisine manen bağlanıp güvenebileceği kimse yoktur. Darwinist-komünist devlet bireyi sürekli ezer. Toplumun diğer bireyleri ise sahip olduklarını her an ellerinden alabilecek potansiyel düşmandır. Dolayısıyla komünist toplumda bireyin güvenebileceği tek kişi kendisidir, ama kendisinin de zayıf olduğunu bildiği için kendisine de güvenemez, böylece yoğun bir ümitsizlik hakim olur. Bu yüzden komünist toplumların bireylerinin bıkkın ve sürekli hayatlarından şikayet eden bir yapıları vardır, ama hiçbir şeyi değiştirmek için uğraşmazlar.
• Komünist toplumda insanların aklı kapalı olduğu için yaşamın her yerinde işte, okulda, evde, eğlencede aksaklıklar vardır. Sadece kendilerine öğretildiği kadar hareket edebilirler (hayvanlar gibi) ve bu nedenle hiçbir olay ve sorun karşısında orijinal ve yeni bir çözüm getiremezler. Zaten aksi takdirde de çok şiddetli karşılık görürler.
Sovyetler Birliği'nde halk gösterilerini durdurmak için kullanılan özel Djzhernsky birliği.
• Düşünmeyen insanlar yüzünden organizasyon yoktur, kaynaklar verimli kullanılmaz. Kaynaklar, -Lysenko örneğinde çok çarpıcı olarak görüldüğü gibi- ütopik hayaller ve hedefler uğruna israf edilir.
• Komünist toplumda, toplumun en temel birimi olan aile de tahrip edilmiş durumdadır. Gerçek anlamda evlilik yoktur. Sadece çiftleşme ve neslin devamı vardır. Evlilik, güzel ahlakın yaşanması değil, neslin devamıdır. Çocuğa ailesi değil, devlet ya da kendi nitelendirmeleriyle "sürü" bakar. Çocuk; savaşacak, sürüyü koruyacak yeni kuvvet olarak görüldüğü için, bu şekilde eğitilir. Anne yaşadığı ortamdan, evinden nefret ettiği için vahşileşir, bu da çocuğa yansır. Çocuklar aile sevgisinden mahrum büyüdüğü için saldırgan ve karamsardır. Evde de sevgi saygı yerine, kavga hakimdir. Çocuğun güveneceği kimse yoktur.
• Nikah, sadakat, iffet gibi kavramların olmadığı, sadece çiftleşme mantığının hüküm sürdüğü toplumda fahişelik çok yaygındır.
• Komünist toplumu yöneten polis devletinin baskısı, vicdanın ve Allah korkusunun yerini tutamaz. Bu yüzden suç oranları yüksektir, toplumda hırsızlık vakaları yaygındır. Fabrikalar, tarlalar, kooperatifler topluca yağma edilir. Böylece suç ortaklığı oluşacağı için kimse kimseyi şikayet edemez.
• Her ne kadar komünist ideolojinin ırkçılıktan uzak olduğu iddia edilse de, komünist rejimlerde ırkçılık yaygındır. Örneğin Sovyetler Birliği'nde Rus olmayan halklara, özellikle Müslümanlara ve Türkler'e karşı ırkçı bir antipati gelişmiştir. Darwinist ırkçı teori gizliden gizliye benimsenmiş, Türkler ve diğer Müslüman halklar "evrimini tamamlayamamış etnik gruplar" olarak görülmüş ve sürgün adı altında kitle katliamlarına tabi tutulmuştur. Katliam, komünist ideolojiye göre "doğanın diyalektiğinin", yani evrimin doğal bir parçasıdır.
• Komünist düzende insanlar sadece ürün veren hayvanlar olarak kabul edilir. Özellikle köylülere karşı nefret ve küçümseme hakimdir. Marx, köylüleri "patates çuvalları" olarak tanımlamış, Lenin ve Stalin de –önceki bölümde detaylı olarak incelediğimiz gibi- milyonlarcasını kasten açlığa mahkum ederek öldürmüştür. Onlara göre köylüler sadece tahıl, pamuk vs. üreten hayvan sürüleridir. Ürettiklerinin ellerinden alınması (kollektivizasyon) ise, balarılarının ürettiği balın toplanması kadar meşru ve makul görülür.
Yıkılmadan önce Berlin Duvarı'nın doğu tarafı: Dikenli tellerle, mayınlarla ve tank engelleriyle korunan duvar, komünist despotizmin sembolü olmuştur.
Yukarıda anlatılanlar aslında dinsiz toplumların bir özetidir. Allah inancı olmayan toplumlarda, -hangi isim altında olursa olsun- yukarıdakine benzer bir yaşam kaçınılmazdır. Çünkü bu tür toplumlarda insana Allah'ın yarattığı, ruh sahibi bir varlık olarak değer verilmez. İnsanlar birbirlerini -baştan beri belirttiğimiz gibi- ölümle birlikte yok olacak maddeler, biraz gelişmiş hayvanlar gözüyle değerlendirirler. Bu yüzden de toplumda huzur, barış, güvenlik, dayanışma, kardeşlik yaşanmaz. Herkes mümkün olduğunca kendi çıkarını korumaya, kendi yaşamı için kazanç sağlamaya çalışır. Kimse kimsenin sağlığını, huzurunu, rahatını düşünmez. İnsanlara bir zarar dokunmasından endişelenmez, buna engel olmaya çalışmaz. Aynı şekilde dinsiz toplumlarda adil yöneticiler, toplumun faydası için çalışan insanlar bulmak da mümkün değildir. Her birey bulunduğu mevkide kendisi için ulaşabileceği en büyük çıkarı elde etmeye çalışır.
Oysa Kuran ahlakında insanlar birbirlerine Allah'ın birer kulu olarak değer verirler. İyilik yapmak için bir çıkar gözetmez, aksine sürekli iyi işler yapıp hayırlarda yarışarak Allah'ın rızasını kazanmaya çalışırlar. Ahirette güzel bir yaşam umut ettikleri ve Allah'ın "... bir sadaka vermeyi veya iyilikte bulunmayı ya da insanların arasını düzeltmeyi emredenler... Kim Allah'ın rızasını isteyerek böyle yaparsa, artık ona büyük bir ecir vereceğiz." (Nisa Suresi, 114) ayetini bildikleri için, daima iyi davranışlarda bulunurlar. Ve bunları da insanlardan bir çıkar beklentisiyle değil, karşılığını yalnızca Allah'tan bekleyerek yaparlar. Allah, bu örnek ahlakı, bir Kuran ayetinde şöyle tarif etmektedir:
Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz."(İnsan Suresi, 8-10)
Darwınist-Komünist Rus Devleti, Halkını Ezmeyi Sürdüyor
Darwinist-komünist devlet, insanları hayvan sürüsü olarak gördüğü için milletine hem değer vermez, hem de güvenmez. Bu nedenle korku, baskı, suni tehlikeler ve dehşet ortamları oluşturarak, onlar üzerinde denetim sağlamaya çalışır. Herkesi potansiyel şüpheli, suçlu veya hain olarak görür. Böyle bir devlet anlayışında insanları cezalandırmak veya öldürmek için onların suç işlemeleri gerekmez.
Sadece şüphelenmek onlara zulmetmek için yeterlidir. Komünist Rusya bunun en açık örneğidir. Ünlü tarihçi yazar Tzvetan Todorov bu tür anlayışa sahip devletlerin halklarına karşı tutumlarını şöyle tanımlar:
"Düşman, terörü haklı çıkarmakta kullanılan en büyük araçtır; düşmansız totaliter devlet olmaz. Ortada düşman yoksa devlet düşman yaratır. Düşmanlar belirlendikten sonra artık onlara acınılmaz... Düşman olmak düzelmez ve kalıtımsal bir kusurdur. ... Komünist iktidar için de durum aynıdır; burjuva sınıfına baskı uygulamak ya da bunalım anlarında burjuvayı yok etmek ister. Onun bu isteğine hedef olmak için herhangi bir şey yapmış olmak gerekli değildir; yalnızca burjuva sınıfından olmak yeterlidir." (Tzvetan Todorov, L'homme dépaysé, Paris, Le Seuil, 1995, s.33)
Lenin'in şu sözleri de Darwinist-komünist devletin halkına bakış açısını göstermesi açısından önemlidir:
Devlet egemen sınıfın elinde karşıt sınıfların direnişini ezmek için kullanılan bir makinedir. Bu bakış açısıyla, proleterya diktatörlüğü de öteki sınıfların diktatörlüğünden farklı değildir. Çünkü proleterya egemenliğindeki devlet, burjuvaziyi ezmek için kullanılan bir makinedir. Diktatörlük doğrudan şiddete dayanan ve hiçbir yasayla kısıtlanmamış iktidardır. Proleteryanın devrimci diktatörlüğü, proleteryanın burjuva sınıfına uyguladığı şiddet sayesinde ayakta duran bir iktidardır, hiçbir yasayla da kısıtlanamaz. (Lenin, Proleterya Devrimi ve Dönek Kautsky, s.53)
Yukarıda Lenin'in kendi sözleriyle de ifade edildiği gibi, Darwinist-komünist Sovyet rejiminin halkına güvenmemesi, onları değersiz hayvanlar olarak görmesi, on milyonlarca insanın işkence veya açlık sonucunda ölmesine, ve bir milletin on yıllarca dehşet ve karanlık içinde yaşamasına neden oldu. Rus halkı bugün de hala aynı nedenlerden dolayı acı çekmektedir. Çünkü Sovyet zihniyetini aynen sürdüren Rus Devleti, hala halkını değersiz bir eşya, adeta birer hayvan olarak görmektedir. 2000 yılı içinde Rusya'da gerçekleşen bir olay bunun açık bir delili olmuştur. Bu olayda Darwinist-komünist Rusya karanlık yüzünü bir kez daha göstermiştir.
Moskova, batan bir Rus denizaltısındaki askerlerini kurtarmak için uzun süre girişimde bulunmamış, sözde "devlet güvenliği" gerekçesiyle, bu felaketi yardıma gelebilecek olan Batılı ülkelere uzun süre duyurmamış ve böylece kendi askerlerini bile bile ölüme terk etmiştir. Bu vahşete tepki gösteren bir annenin Rus güvenlik güçleri tarafından iğne yapılarak susturulması, Moskova rejiminin hala Stalin zihniyetiyle davrandığını gösteren çarpıcı bir örnektir. Kitap boyunca anlattığımız gibi, masum insanları, evlerinden, ailelerinden, çocuklarından, anne-babalarından ayırarak, türlü işkencelerle öldüren, kadın-erkek, çocuk-yaşlı ayırmadan toplu kıyımlar yapan, milyonlarca insanı açlıktan kırıp geçiren, milyonlarcasını sakat bırakan, milyonlarca insanı evinden, işinden eden Lenin ve Stalin'in ardından şimdi de Putin, Darwinist-komünist zulmü sürdürmektedir. Hem Müslüman Çeçenlere hem de kendi halkına karşı aynı zalim politikayı uygulayan Putin yönetimi, komünist ideolojinin çağımızdaki en yeni vahşet örneğidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder