16 Ekim 2015 Cuma

"Komünist Sanat"ın Donukluğu

"Sosyalist realizm"in öncülerinden Alexander Rodchenko.
Dünya üzerindeki ilk Marxist rejim, Ekim 1917'de gerçekleşen Bolşevik Devrimi ile Rusya'da kuruldu. Önce Lenin'in ardından da Stalin'in demir yumruğu ile yönetilen ülkede, bütün toplum komünist ideolojiye göre yeniden şekillendirilmeye başlandı. Komünistlerin el attığı alanların biri, kültürün en önemli unsurları arasında yer alan sanat, estetik ve mimariydi.
Devrimin hemen ardından, "proleterya sanatı" kavramı ortaya atıldı. Komünizmi benimseyen sanatçılar Iskusstvo Kommuny (Komün Sanatı) adlı bir dergi etrafında toplandılar ve "proleterya kültürüne hizmet edecek sanat eserleri üreteceklerini" ilan ettiler. Benzer bir düşünce, Proletkult (Proleter Kültürü) adlı dernekte de sergileniyordu.
"Proleterya sanatı"nın ne anlama geldiği, çeşitli tartışmalarla şekillenmeye başladı. 1920'lerin başından itibaren, Tatlin ve Rodchenko gibi önde gelen Rus sanatçıları, "sanatçı, proleteryanın sorunlarına pratik çözümler üreten bir teknisyen olmalıdır" tezini savunmaya başladılar. Lenin'in de onayını gören bu tez, sanatın bilinen pek çok dalını "proleterya açısından yararsız" görüyor ve dışlıyordu. Örneğin Tatlin ve Rodchenko, çizilen sanatsal bir resmin bir işçinin günlük yaşamına hiçbir şekilde katkı sağlayamayacağını belirtmiş ve buna dayanarak da resmin geçersiz bir sanat türü olduğuna karar vermişlerdi!
1921 yılında bu yeni sanat anlayışı "constructivism" (inşaacılık) olarak tanımlandı ve Sovyetler Birliği'nin resmi sanat politikası gibi görülmeye başlandı. Bu anlayışın öncüsü Tatlin, resim gibi "yararsız" sanatlar yerine, ev ve mobilya tasarımı gibi "yararlı" çalışmaların gerektiğini savunuyordu. Proleterlerin, yani Rus işçilerinin çalışma saatleri sırasında "en az ağırlık ve hammadde ile, en çok ısınma ve hareket yeteneği" sağlayan kıyafetler giyebilmeleri için tasarımlar yapmıştı. Yine aynı anlayışla, "en az yakıtla en çok ısı verecek fırın tipi" tasarımı yapmıştı. Böylelikle "proleterya"nın yaşamına yeni katkılar sağlayacaktı.
Sanatçıların hepsi Tatlin gibi "mühendisleşmiş" değillerdi. Ancak onlar da "proleterya sanatı"nı benimsediler ve komünist ideolojiye hizmet edecek işlere el attılar. Dönemin Sovyet sanatçılarının hemen hepsi, işçi kulüplerinde ve "sovyet" adı verilen küçük meclislerde kullanılması için işçi posterleri, afişler ve sloganlar üretme yarışına girdiler. Tüm bu tasarımlarda ortak temalara yer veriliyordu: Kaslı kollarıyla ellerinde orak veya çekiç tutan gürbüz Sovyet köylü ve işçileri, kendilerini saran zincirleri parçalayarak ayağa kalkan öfkeli proleterya figürleri, kızıl bayrakların gölgesinde ve Lenin'in önderliğinde koşturan silahlı askerler...
Rus sanatçı Alexandr Deyneka tarafından yapılan "Petrograd savunması" tablosu, 1927.
Bu yeni sanat anlayışının özelliği, "estetik" kavramının tamamen gündemden çıkarılması, hatta zararlı bir "burjuva" alışkanlığı olarak görülmesiydi. Yapılan tüm resimler, heykeller, posterler, dekor ve mimari tasarımlar, özellikle estetikten uzak, soğuk, donuk ve kaba hatlarla doluydu. Encyclopædia Britannica'daki tanımla, komünist sanata tam bir "anti-estetizm" hakimdi.
Stalin döneminde bu sanat anlayışı daha da tutucu bir hale geldi. Stalin rejimi "Sosyalist Realizm" adını verdiği bu donuk sanat anlayışını resmi bir politika haline getirdi. Sosyalist realizm, "Soyvet devriminin prensiplerini (yani komünist ideolojiyi) proleteryanın günlük yaşamı içinde gerçekçi olarak yansıtan" bir sanat anlayışı olarak tarif ediliyordu. Sosyalist realizme göre yazılan romanlarda komünist militanlar, kararlı, cesur, fedakar olarak gösteriliyor ve bu militanların sözde örnek mücadelesi anlatılıyor, Sovyet işçi ve köylülerinin devrim sayesinde sözde ne kadar "mutlu" oldukları tarif ediliyordu. Gerçekte devrim halka mutluluk değil açlık, baskı ve ölüm getirmişti, ama "Sosyalist Realizm" sanatçıları, bunun tam aksini tasvir etmekte hiçbir sakınca görmüyorlardı. Sosyalist Realizm, aslında realizmin (gerçekçiliğin) değil, hayalciliğin ve romantizmin ifadesiydi.Encyclopædia Britannica'daki tanımla, "Sosyalist Realizm, kitlelerin bilincini etkilemek için kişileri ve olayları idealize etmek ve onlara belirli bir kutsallık kazandırmakla, romantizme dayanıyordu."
Komünizmle birlikte, sanat bütün estetik anlamını yitirdi ve soğuk bir propaganda yöntemine dönüştü. Çizilen resimlerde, hedeflenen insan modeli de tasvir ediliyordu: Kaba, güçlü, donuk, sisteme itaat eden ve başka bir şey düşünmeyen işçi veya köylüler.
Sosyalist Realizm 1932 yılında, Stalin rejiminin kanlı günlerinde tanımlandı ve 1980'li yıllara kadar da Sovyetler Birliği'nin resmi sanat politikası olarak kaldı. Tüm bu dönem boyunca, Sovyet sanatına komünizmin donuk, soğuk ve durağan atmosferi hakim oldu. Sovyet rejimi, uluslararası alanda itibar kazanmak için sanatçılarını teşvik ediyor, yeni sanat eserleri oluşturulmasına büyük önem veriyordu, ama oluşturulan tüm bu eserler, "Sosyalist Realizm" denen dogmatik yaklaşım nedeniyle hep son derece dar, zevksiz ve çirkin kalıplar içinde kalıyordu. Sosyalist Realizm, Sovyetler Birliği'nin yanında, 1949'dan itibaren komünist bir rejime geçen Çin'de de uygulandı ve aynı donuk ve kaba sanat anlayışını meydana getirdi.
Oysa gerçekte Rus toplumu, çok büyük sanatçılar yetiştirmiş, muhteşem sanat eserlerine, mimari harikalara imza atmış bir toplumdu. Devrim öncesi dönemde St. Petersburg kentinde kurulan dünyaca ünlü Hermitage Müzesi, muhteşem bir sanat kolleksiyonu içeriyordu. Ama komünizm Rus sanatını 1917'de dondurdu, hatta çok daha gerilere götürdü.
Komünist sanatın söz konusu donukluğu, başta da belirttiğimiz gibi komünistlerin dünya görüşünü oluşturan materyalist felsefenin bir sonucudur. Materyalist felsefe, daha önce de izah ettiğimiz gibi, insanı sadece bir madde yığını olarak gören ve herşeyi de maddeye indirgemeye çalışan yüzeysel bir düşüncedir. Materyalist felsefenin sanata uygulanması ise, diğer her alanda olduğu gibi, bu alanda da tam bir fiyaskoya neden olmuştur.
1920'li yıllara ait Sovyet Propaganda posterleri: "Proleteryanın 10 Emri" ve "Uluslararası emperyalizm yılanı".
Çünkü gerçekte sanat, Allah'ın insanoğluna verdiği estetik zevki, güzelliğe olan hayranlık gibi duyguların ifade biçimidir. Güzel sanat eserlerinin ortaya çıkması için, insanların ruhundaki bu fıtri (yaratılıştan gelen) eğilimlerin alabildiğince özgür ve rahat bir ortamda ifade edilmesi gerekir. Sovyetler Birliği'nde oluşturulan ve ardından Çin'de, Doğu Bloku Ülkelerinde, Hindiçini'ndeki veya Küba'daki komünist rejimlerde taklit edilen komünist diktatörlükler, bu özgür ve rahat ortamı tamamen ortadan kaldırmış, insanları daimi bir baskı altına alarak sanatı da öldürmüştür.
Ayrıca, komünizm insanları dinden uzaklaştırarak, sanata bir başka darbe daha vurmuştur. Çünkü sanata ilham veren duyguların başında insanların dinden aldıkları manevi şevk ve heyecan gelir. Tarihteki en büyük ressamlar, heykeltıraşlar, mimarlar, hep dini konularda eserler vermişler, dini inançlarından güç ve ilham almışlardır. İnsanları, ölümle birlikte yok olacak birer madde veya bir hayvan türü olarak değil, Allah'ın ruh verdiği varlıklar olarak gördükleri için, onlara güzellik sunma, Allah'ın sanatının tecellilerini gösterme aşkı içinde olmuşlardır. Dinin ortadan kaldırıldığı bir toplumda insanların bu şevki ve heyecanı yitirmeleri, manevi buhranlara kapılarak amaçsızlaşmaları kaçınılmazdır. Komünist rejimlerin hepsinde bu olgu yaşanmış ve dinsizliğin bir sonucu olarak, insanı bir tür hayvan olarak görüp değer vermeme, ölümle birlikte yok olacağını zannetmenin getirdiği karamsarlık, kasvet, donukluk ve amaçsızlık toplumlara hakim olmuştur. Mao'nun Kızıl Çin'inde tüm topluma tek tip elbise giydirilmesi, Kültür Devrimi sırasında evcil havyan beslemenin bile yasaklanması, komünist tutuculuğun ve dar kafalılığın diğer bazı çarpıcı örnekleridir. (Maoizm'i ve Kültür Devrimi'ni bir sonraki bölümde inceleyeceğiz.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder