16 Ekim 2015 Cuma

İnsanın Dışarıda Gördükleri Gerçekte Kendi İçindedir

Dışarıda var olduğunu düşündüğümüz nesnelerden duyu organlarımıza gelen etkiler (ses, koku, tat, görüntü, sertlik vs.), sinirlerimiz aracılığıyla beyindeki duyu merkezlerine aktarılır. Beyne ulaşan etkilerin tamamı elektrik sinyallerinden ibarettir. Örneğin görme işlemi sırasında dışarıdaki bir kaynaktan gelen ışık demetleri (fotonlar) gözün arka tarafındaki retinaya ulaşır ve burada bir dizi işlem sonucunda elektrik sinyallerine dönüştürülür. Bu sinyaller, sinirler aracılığıyla beynin görme merkezine iletilir. Ve biz de, birkaç cm3 lük görme merkezinde rengarenk, pırıl pırıl, eni, boyu ve derinliği olan bir dünya algılarız.
Aynı sistem diğer duyularımız için de geçerlidir. Görme, duyma, koklama, tat alma, dokunma duyularımızın tamamı birbirlerine benzer bir işleyişe sahiptir. Tatlar dilimizdeki bazı hücreler tarafından, kokular burun epitelyumundaki hücreler tarafından, dokunmaya ait hisler (sertlik, yumuşaklık vs.) deri altına yerleştirilmiş özel algılayıcılar tarafından, sesler ise kulaktaki özel bir mekanizma tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülerek beyindeki ilgili merkezlere gönderilir ve o merkezlerde algılanır.
Ailesiyle birlikte evinin bir odasında oturup televizyon seyreden bir insan aslında çok büyük bir mucize ile içiçedir. Bu büyük mucize, bir odanın içinde oturan her kişinin gördüğü görüntünün aslında o kişinin beyninde olduğu gerçeğidir. O halde, O KİŞİ Mİ ODANIN İÇİNDEDİR, YOKSA ODA MI ONUN İÇİNDEDİR?
Konuyu daha netleştirmek için şöyle örneklendirebiliriz: Şu an bir bardak kahve içtiğinizi düşünelim. Elinizde tuttuğunuz bardağın sertliği ve sıcaklığı deri altındaki özel algılayıcılar tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülerek beyne iletilir. Aynı zamanda kahveye ait keskin koku, onu yudumladığınız anda hissettiğiniz acı tat ve bardağa baktığınızda gördüğünüz koyu kahverengi renk de ilgili duyularınıza ait sinirler tarafından beyne ulaştırılan birer elektrik akımıdır. Hemen arkasından masaya koyarken bardağın çarpmasıyla çıkan ses de kulağınız tarafından algılanıp beyne elektrik sinyali olarak gönderilir. Ve bu algıların tümü beyindeki birbirinden farklı, ama birbiriyle ortak çalışan duyu merkezleri tarafından aynı anda yorumlanır. Siz de bu yorumun bir sonucu olarak bir bardak kahve içtiğinizi düşünürsünüz.
Bu konuyu bir de şu yönden düşünelim: Evinin bir odasında oturup, televizyon izleyen ya da yemek yiyip, ailesiyle sohbet eden bir insan, kendisi farkında olmasa da, aslında çok büyük bir mucize ile içiçedir. Bu büyük mucize, odanın içinde oturan o kişinin gördüğü dört duvardan ibaret olan görüntünün, aslında o kişinin beyninin içinde olduğu gerçeğidir.
Peki o halde oda mı sizin içinizdedir, yoksa siz mi odanın içindesiniz?
İnsan, hayatı boyunca bu mekandan dışarı çıkamaz; beynindeki ekran dışında hiçbir görüntüyü izleyemez, beynindeki sesler dışında hiçbir sesi duyamaz. İnsanın tüm yaşantısı bu küçük odada geçer.
İnsanların büyük bir çoğunluğu bu büyük gerçeği bilmez; kendilerini bir odanın içinde oturuyor, o odanın içinde televizyon izliyor ve sohbet ediyor zanneder. Bu gerçeği bir an için farkeden kişiler ise korktukları için bu büyük mucizeyi anlamazlıktan gelirler. Oysa bu, inkar edilmesi mümkün olmayan, bilimin de kesin olarak ortaya koyduğu, şüphe götürmez bir gerçektir. Evi oluşturan dört duvardan, duvardaki tablodan, televizyondan, tavandaki avizeden, yerdeki halıdan veya renkli döşemeli koltuklardan göze ulaşan uyarılar, göz hücreleri tarafından elektrik akımına çevrilirler. Bu akımlar daha sonra beynin görme merkezine iletilir ve insan, içinde oturduğunu sandığı oda görüntüsünü gerçekte beyninin içindeki ekranda izler.
İnsan, hayatı boyunca bu mekandan dışarı çıkamaz, beynindeki ekran dışında hiçbir görüntüyü izleyemez, beynindeki sesler dışında hiçbir sesi duyamaz. İnsanın tüm yaşantısı bu küçük odada geçer.
Yukarıda da söz ettiğimiz gibi, çevremizde gördüğümüz her şey, beynimize ulaştırılan elektrik sinyallerinin beynimizdeki ekranda görüntü haline dönüşmesidir.
Konuyu daha iyi açıklamak için bir örnek daha verelim ve bir cisme, mesela yemek masasına baktığımızı düşünelim. Masaya ve üzerindeki meyvelere ait ışınlar gözümüze ulaşır, gözümüzde çeşitli işlemlerden geçerek elektrik uyarısına dönüştürülür ve bu uyarılar sinirlerle beynimizin görme merkezine iletilir. Böylece biz "çeşit çeşit renkteki meyveleri görüyorum" deriz.
Buraya kadar anlatılanlar hemen her biyoloji ve fizyoloji kitabında rastlayabileceğiniz gerçeklerdir.
Ancak asıl hayret verici olan görme merkezi dediğimiz mekanın zifiri karanlık bir yer olmasıdır. Aslında beynin içinde gerçek bir ekran da yoktur; yani masayla ilgili elektrik uyarıları geldiğinde görme merkezinde bir görüntü oluşmaz. Biz üzerindeki renkli meyvelerle masayı görüyorum derken, aslında bu zifiri karanlığa ulaşan elektrik sinyallerini görürüz.
Masaya ve üzerindeki meyvelere ait ışınlar gözümüze ulaşır, gözümüzde çeşitli işlemlerden geçerek elektrik uyarısına dönüştürülür ve bu uyarılar sinirlerle beynimizin görme merkezine iletilir. Böylece biz "çeşit çeşit renkteki meyveleri görüyorum" deriz. Beynin içinde elbette gerçek bir ekran yoktur; yani masayla ilgili elektrik uyarıları geldiğinde görme merkezinde bir görüntü oluşmaz. Biz üzerindeki renkli meyvelerle masayı görüyorum derken, aslında beynimiz içindeki zifiri karanlığa ulaşan elektrik sinyallerini görürüz.
İşte bu noktada materyalistleri kesin bir çıkmaza sokan gerçek ile karşılaşırız: Görme merkezi dediğimiz yer yağ, protein ve sinirlerden oluşur. Buraya gelen elektrik sinyallerini görüntü olarak algılayacak bir varlık yoktur. O halde beyindeki karanlığın içinde, elektrik sinyallerini, bir göze ihtiyaç duymadan seyreden kimdir?
İşte bu, materyalizmin her şeyi mutlak madde olarak göstermeye çalışan yalanları ile asla açıklanamayacak, dünyada pek çok insanın farkına varamadığı, olağanüstü bir gerçektir. Beynimizin içindeki koyu karanlıkta, göze gerek olmadan, en kaliteli televizyondan ve sinemadan daha net, üç boyutlu, gerçeği ile ayırt edilemeyecek kadar ona benzer olan masayı gören ve bunu yorumlayan bir varlık vardır.
İşte bu kusursuz görüntüyü gören varlık, insanı hayvanlardan ve diğer tüm canlı-cansız varlıklardan ayıran, insanı yaratan Allah'ın ona "üflemiş" olduğu Ruh'tur. Allah Kuran'da "ruh"un varlığını şöyle bildirmiştir:
Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım." "Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek kapanın." Böylece meleklerin tümü, topluca secde etti. (Hicr Suresi, 28-30)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder